31 Mayıs 2010 Pazartesi

TEKNOLOJİYE KARŞI BİNİCİLİK PANZEHİRİ www.pusula.tv

13.10.2006


Her geçen sene ve her seferinde yenilenen teknoloji sayesinde bazen masamızın başına oturarak sadece klavyemize dokunarak yemek siparişi verebiliyor, en önemli bilgileri kütüphaneye bile gitmeden elde edebiliyor, oyun oynayabiliyor ve istediğimiz her konuda teknolojiden faydalanabiliyoruz. Öyle oldu ki teknolojiyi yakalamak bile imkansız hale dönüştü. Yeni üretilen son teknoloji ile donanımlı bilgisayar aldığınızı sanıyorsunuz ama bir bakıyorsunuz ki bir ay içerisinde daha da iyisi üretilmiş. Teknoloji çağında yaşadığımıza göre bunlar normal olsa gerek.

Hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline dönüşen teknolojik aletlerin bize sağladığı olumlu yönleri dışında hiç şüphesiz olumsuz yönleri de mevcut. Her şeyden önce kesinlikle bilgisayar teknolojisi; çocuklarımızın sosyal aktivitede bulunmalarını, kitap okumalarını, farklı ortamlara girip sosyalleşmelerini frenleyen bir sistem ne yazık ki.

Çocuklarımız ağır okul dersleri dışında zaten eğlenmeye, spor yapmaya pek vakit bulamıyorlar. Bunun için boş kaldıklarında bilgisayar oyunlarına yöneliyorlar ve saatlerce bilgisayar başından ayrılamıyorlar. Bazı aileler ise; çocuklarının hafta içi ya da hafta sonu onların da seçecekleri bir spor dalı ile uğraşmalarını sağlayabiliyorlar. Ufak çocuklar genellikle ailelerin yönlendirmeleri doğrultusunda haftalık sporlarını yapıp daha zinde daha sosyal ve daha enerjik okul hayatlarına devam ediyorlar.

Elbette her aile çocuğu için farklı spor dalını seçebilir. Bu seçim genelde ya ailelerin de yaptığı bir spor dalı üzerine çocuğu yönlendirmeleri ya da tamamen çocuğun isteği doğrultusunda seçim yapılabilir.

Günümüzde çoğumuzun çocukları için seçilen spor dalları olarak; tenis, basketbol, bale, yüzme gibi sporlara ağırlık verildiği kuşkusuz ortada. Bu yapılan tüm sporların kendilerine göre farklı kültürleri, etkinlikleri vardır. Ama bir spor var ki her spor gibi denenmesi gereken, denendiği anda kişide büyük heyecan uyandıran binicilik dalı.

Çocuğunuz atın üzerine çıktığı andan itibaren ilk başta korkacaktır. Bu korkusunu başlangıçta; çığlık atarak, attan inmek istediğini söyleyerek, ağlayarak dile getirmesi kaçınılmazdır. Bu davranış şekli oldukça normaldir. Ancak çocuğunuz; ilerleyen dakikalarda atın ritmik hareketlerine uymaya başladığında, yüzünü bir sevinç kaplayacak. Vücudu ısınmaya, yumuşamaya, rahatlamaya başlayınca ata uyumu da artacak. Çocuğunuz bu sporu yapmaya karar verdiğinde bazı korkularını bu sayede yenecek, içindeki hırsı ortaya çıkaracak. Atlar insanlardan kat ve kat iri olmaları ile birlikte yıllardır insanoğluna boyun eğen varlıklar arasında yer alıyorlar. Bu derece güçlü ve bu derece atlara göre güçsüz olan çocukların, kendinden iri olan canlılara hükmetmesi onları ilerleyen yaşlarında olumlu yönde etkilemelerini sağlayacaktır. Atlar insanlara ve çocuklara; sabretmeyi, özgüveni, azmi, disiplini, kültürü, sanatı, sevinci, sosyalleşmeyi, eğlenceyi öğretir.

23/09/2006 cumartesi günü Tulya Kurtulan Atlı Spor Kulübü tanıtım gününde yaşları çok ufak olan öğrencilerin çok çalışma ile atlı oyunlarda ne derece eğlendiklerine, içlerindeki azimle başarma duygusunu ortaya koymalarını ve ailelerin kendileri ile gurur duymaları için nasıl uğraş verdiklerine tanık oldum. O aileler ile birlikte heyecanlandım, anne babalar ile hop oturup hop kalktım. Voltij adı verilen at üzerinde jimnastiğin küçücük çocuklar tarafından yapılabileceğini gördüm. At dörtnala giderken, atın çıplak bedeni üzerinde döndüklerini, ayağa kalktıklarını büyük heyecan duyarak seyrettim. 14-16 yaş grubu çocukların horseball adı verilen oyunu takım ruhu ile kendilerine ve atlarına nasıl güvenerek oynadıklarını büyük bir keyif duyarak izledim. Binicilerin arasındaki yaşanan rekabeti görmenizi çok isterdim. Sıra engel atlamaya gelince yıllardır at binmeme hatta benim de dalım olan engelli yarışmayı seyrederken binciler ve atların uyumuyla gerçekleşen kısa müsabakayı inanın kalbim yerinden çıkacak kadar heyecanlanarak izledim. O gün gök yarılmıştı ve çılgınca bir yağmur yağıyordu. Kapalı manejin çadır oluşu ve yağmurdan oldukça etkilenmesi o günkü tanıtımın durdurulmasına neden olmadan eksiksiz tamamlandı. Ve bu sporun ne derece disiplinli bir spor olduğuna bir kez daha tanık oldum.

O gün için hazırlanan, emek veren tüm çalışanları ve binicileri tek tek tebrik ediyor başarılarının devamını diliyorum. Bana sorarsanız bu mekanda çocuklarınızın eğitim almasını sağlamanız onların adına vereceğiniz doğru bir karar olduğunu sanıyorum. Bu karar neticesinde belki ileride sizin çocuğunuz ülkemizi milli takımda temsil eder. Kim bilir belki engel atlamada belki de müzikli dresajda... Bunu öğrenmenin tek yolu da çocuğunuzu okul dışında bilgisayar oyunlardan uzak tutarak binicilik sporuna yönlendirmeniz olacaktır. Ülkemizde yeni yeni kendini duyuran, tanıtımları yapılan binicilik sporuna hem sizin, hem çocuğunuz için çok farklı sosyal bir çevre edinmeniz mümkün.

EĞİTİM ŞART www.pusula.tv

20.10.2006

Özellikle dünyada her ailenin yaşamını süsleyen ve onların hayatlarına renk katan kediler ve köpekler ülkemizde de pek çok eve girmiş durumdalar. Hayatımızın bir parçası olan bu güzel canlılar bize farkında olmadan o kadar çok şey öğretiyorlar ki...

Köpek alan her aile genellikle yavru evlat edinir. Bunun sebebi her şeyden önce yavruların sevimli, daha sonra da eğitimi kolay alacağı düşüncesidir. Ancak bu yavrular en fazla bir yaşına kadar altlarına kaçırır, dişleri kaşındığı için etrafta bulduğu her şeyi kemirir, haşarılık yapar, deneme-yanılma yöntemi ile doğruları keşfederler. Tıpkı insan yavrusu gibi...

Genellikle ülkemizde yaşayan aileler yavru köpeği ya küçük çocukları istediği için, ya yalnız yaşayan bir bireyin bu duyguyu aldığı köpek ile kaybedeceğini düşündüğü için, ya da hem yaşadığı ortama hem de kendine uygun köpeği düşünmeden, araştırma yapmadan, sadece almak için evlat edinirler. Buna evlat edinmek diyorum çünkü bu canlılar birer robot değiller, onların seçme şansları yok, onlar sadece seçilirler ya da -çirkin bir deyim ile- satın alınırlar. Ya internetten bulunurlar ya pet shop mağazasında kafeste o masum yüzleri sayesinde kendilerine bir ev bulurlar ve bu konuda ya şanslı ya da şanssız olurlar. Neden şanslı ya da şanssız dediğimi merak ediyor iseniz, sokakta yaşamak zorunda bırakılan binlerce melek yüzlü köpek ve kediyi görmezden geliyorsunuz demektir. Evet; onlar gerçekten birer melekler. Çünkü bu canlıların yaşam koşulları insanlar tarafından seçilse de onlar ne olursa olsun insanlardan nefret etmeyip bizlere son derece sevgi ile yaklaşıyorlar. Biz ise onlardan sıklıp eşya gibi sokağa atıyoruz. İnsanız ya...

Ne yazık ki hâlâ ülkemizde köpek ya da kedi sahiplenen insanlar araştırma yapmadan, alınan her canlı için evine ya da kendisine uygun olup olmadığını bilmeden, ona bakıp bakamayacağını düşünmeden, bu canlının da hastalanıp hastalanmayacağını göz önünde bulundurmadan, onlarında ekstra maliyetleri olacağını tahmin etmeden, eve baştan programlanacak bir robot getirircesine bu hayvanları alıyor ve sonunda sokağa terk ediyorlar. Yüzlerce dolar verilip köpek ya da kedi almak geri kalmışlığın ilk göstergesidir diye düşünüyorum. Üstelik sokakta ve barınakta onca başı boş ve terkedilmiş hayvan varken...

Bu dediklerimin tam tersini yapan ve düşünen insanlar da yok değil elbette. Bu bilinç ile konuya oldukça hassas yaklaşarak petleri ile yaşayan pek çok insan var. Bu insanların bazıları onların dili olarak barınaklarda çalışıyor ve onları sahiplendiriyorlar. Hemen hemen herkes ülkemizde bulunan hayvan barınaklarından haberdar. Ancak kimilerinin bu hayvanların barındıkları ortamları ziyaret etmeyip; haklarında gereksiz, mantıksız, vicdansızca konuşabilmeleri beni oldukça üzüyor. Sıkça rastladığım tartışma konularından biri de; bu hayvanlara yardım eli uzatan insanların başkaları tarafından hoş karşılanmamaları ve bu hayvanlar yerine insanlara yardım edilmesi gerektiği konusu... Bir insan ister hayvana ister insana yardım etsin ya da etmesin bu yardımı yapan ya da yapmayan kişinin bileceği bir konudur. Yardım kelimesi insanın vicdanı ile ilgilidir. Bu yüzden herkes kendi vicdanına göre hareket etmeli ve bu tip konuları düşünmeden tartışmaya açmamalıdır.

Atina’da 1999 yılında Yiannis Arahovitis tarafından kurulan Star Dogs ortağı Mehveş İpek ile Türkiye’de bu kurumun köpekler için verilen Pozitif Eğitim’i hakkında detaylı bilgiler aldım. Öncelikle bu kurum Atina’da kendini kanıtlamış ve bu alanda en önemli köpek eğitim merkezlerinden biri olarak seçilmiş. Bu kurumun öncelikli amaçları; pozitif eğitimi ve düşünceyi, köpek sahiplerine ardından tüm topluma tanıtmak ve zamanla bilinçli pet kültürünü oluşmasını sağlamak. Mehveş Hanım; pozitif eğitimin sadece bir eğitim olmadığını, yaşam biçimi olarak düşünülmesi gerektiğini önemle vurguladı.

Genellikle köpek sahipleri köpeklerinin eğitimleri için onları çiftliklere bırakırlar. Köpekler orada eğitmenleri ile zaman geçirirler. Eğitim esnasında köpek sahibi yanlarında bulunmaz. Bu sistemin oldukça yanlış olduğunu söyleyen Mehveş Hanım; pozitif eğitimde köpeğin eğitime sahibi ile birlikte katılması gerektiğini önemle vurguluyor. Ancak bu şekilde başarılı bir sonuç elde edinilebileceğini söylemeden geçemiyor.

Star Dogs gerçekten her açıdan bir çok başarıya imza atmaya devam ediyor. Bunlardan biri; 3 Haziran 2006 tarihinde Kadiköy Belediye’sine ait Kadiköy Gençlik Merkezi’nde Türkiye’de düzenlenen ilk Profesyonel Köpek Eğitmenliği Sertifika Programı olan Eğitimciler Akademisini başlatmış olması. Ayrıca Kadiköy Belediyesi Ataşehir Barınağı ile işbirliği yaparak sahipsiz hayvanların eğitilmesi ve böylece daha kolay sahiplendirilmesi projesinin deneme uygulamasını da başarı ile gerçekleştirdi.

Bu kurum; 26 Kasım 2006 Pazar günü Kadiköy Anadolu Lisesi Konferans Salonu’nda Avrupa’da düzenlenen en geniş katılımlı “Pozitif Köpek Eğitimi” seminerini gerçekleştirmek için harıl harıl çalışıyor. Ve köpek sahibi, hayvan sever dostların katılımlarını bekliyorlar.

Star Dogs bu önemli atılımların dışında günlük bakım, köpek gezdirme, ev pansiyon hizmetlerine de büyük titizlik ile gerçekleştirmeye başladı. Bazı yabancı filmlerde ek gelir elde etmek için köpek gezdirme, evinde köpeği barındırma gibi küçük sahnelere yer verildiğini görürüz. İşte artık öğrenciler, ev hanımları, emekli ve ekstra zamanı olan hayvan sever tüm insanlar için eğlenceli ve pozitif zaman geçirme şansı doğdu. Fakat bu görevi üstlenecek kişiler büyük titizlik ile seçilip, referansları araştırılıp kişi hakkında en ufak tereddüt duymayana dek göreve seçiliyorlar. Üstelik bu iş sandığınızdan da fazla ekstra kazanç olabilir. Bir köpek için ayıracağınız zaman en az bir saat olmalı.

Tabii köpek gezdirmek sandığınız kadar kolay değil. Köpek gezdirmek başlı başına bir iş gerçekten. Bir köpeği gezdirirken o köpeğin nelerden korktuğu, nelere sinirlendiği, tasmaya abanıp abanmadığı gibi önemli detayların köpek sahibinden öğrenilmesi gerektiğidir. Çünkü her insanın kendine göre farklı bir karakteri olduğu gibi her hayvanın da kendine has bazı özellikleri ve en önemlisi insan gibi karakteri var. Bu detayları öğrendikten ve gezdireceğiniz köpeklerin sorumluluğunu alabileceğinizi düşündükten sonra, o köpeğin ihtiyaçlarını sonuna kadar sağlayacağınıza güveniyor ve göreve uygun olduğunuza inanıyor iseniz o zaman Star Dogs web sayfasına www.stardogs.web.tr girip sadece bir form doldurmanız yeterli olacaktır.

Sadece köpek gezdirme işini değil, bu konuya daha profesyonel yaklaşıp Eğitimciler Akademisi ve Köpek Eğitim Seminer’lerine katılıp Star Dogs ekibi ile tanışmanızı öneriyorum. Ayrıca Yiannis Arahovitis’in yazdığı, Mehveş İpek’in çevirdiği “Yavru ve Genç Köpekler İçin Pozitif Eğitim”, bununla birlikte Turid Rugaas’ın kaleminden “Köpekler İle Konuşma Yolu: Yatıştıran Beden Dili” kitaplarının, hepimiz tarafından okunması gerektiğini düşünüyorum.

ATÇILIK YÜKSEKMESLEK OKULU




Cumhuriyet Gazetesi 07.11.2006

Körfez Yüksek Meslek Okulu atçılığı meslek edinmek isteyen kişilere okuma fırsatı tanıyan tek kurum olma sevincini yaşatıyor. Bu bölümü okumak isteyip de “ah geç kaldım keşke daha önce karşıma çıksaydı” diyenler için sadece şunları söyleyebilirim. Yaşınız ve mesleğiniz ne olursa olsun içinde at sevgisi olan ve atçılığı yaşam biçimi haline dönüştürmek isteyenler; unutmayın ki hiçbir şey için geç değildir.


Her insanın çocukluktan başlayıp, yetişkinlik dönemine kadar üniversitede seçeceği meslek dalı ile ilgili hayaller kurar. Özellikle aileler bu konuda çocuklarının tercih yapmasında büyük rol oynar. Anne ve babaların düşündüğü ortak amaç olumlu yönde olsa da, bu tercih, üniversite adaylarının hayatını yönlendirecek bir karardır. Dolayısı ile bu konuda her zaman aileler fikirlerini çocuklarına sunmalılar ancak onların hayallerini, kararlarını etkilememek ve onları zor durumda bırakmamak kaydı ile...

Üniversiteli atçılar yetişiyor

Üniversite okumak, üstelik bir de öğrencinin dilediği meslek üzerine eğitim alması en önemli unsurlardan birisi. Ama bu durum tam tersi de olabilir. Düşünsenize o kadar tercih yapıyorsunuz ve aldığınız puan sonucunda en son sıraya yazdığınız bölüm üzerine yıllarca okuyorsunuz. Ama iş mezun olup çalışmaya geldiğinde mutlu ve başarılı olma yüzdesi tartışılır boyutta ne yazık ki... Üstelik bu bölümü bir sonraki ÖSS’ye girmemek, o sıkıntıyı çekmemek için okumanız bile olası. Bazı bölümler var ki işte o bölümlere talep oldukça fazla. Ama çok yeni gündeme oturan ve geleceği çok parlak olan “At işletmeciliği, At Antrenörlüğü, Nalbantlık bölümleri üzerine yaptığım araştırmalarımı siz okurlarım için gerçekleştirdim. Evet şimdi bu satırları okurken acaba yanlış mı okudum diye tekrar bir önceki cümleye geri dönebilir, “O da ne, bu bölümden mezun olan kişi ya da çocuğum ne yapacak, atın altını mı temizleyecek, yoksa seyis mi olacak” gibi düşüncelere kapılmadan bu yazıyı okumaya devam etmenizi öneriyorum...

Kocaeli Üniversite’sine bağlı olan Körfez Yüksek Meslek Okulu 700 dönüm arazi üzerine kurulmuş ve 2002 senesinde atçılığı meslek edinmek isteyen tüm öğrencilere kapılarını sonuna kadar açmışlar. Bu okula girmek isteyen öğrenciler için Okul Müdürü Yardımcı Doç. Doktor Sayın Erdener Balıkçı’ya alınması gereken puanları sordum. Okul Müdürü Erdener Bey “ÖSS EA taban puanları ile kızlarda (At İşletmeciliği bölümü için) 232, erkeklerde 241 puanlarını tutturmaları gerektiğini vurguladı. Her ikisi için Antrenörlük bölümü okumak isteyen tüm öğrencilerin 246 puan almaları durumunda bu okulda eğitim görebileceklerini söyledi. Dikkat ettiyseniz hem kız hem erkek öğrencilerden bahsediliyor. Yani atçılığı kariyer edinen kişiler, sadece erkek öğrenciler değil. Her sektörde alnının akı ile başaran kişiler hem cinslerim olan bayanlar da bu mesleğe göz dikmiş durumdalar. Üstelik yurt dışında bu eğitimi alan atçılar, ağırlıklı olarak bayanmış. Bu bilginin üzerine bayanların hafife alınmayacak kişiler olduğu ortada gerçekten.

Öğrenciler teknik bilgilerin yanında uygulamalı dersleri de görüyorlar. Üstelik bu uygulamalı derslere ek olarak TJK’nın bünyesinde bulunan doğum yapacak kısrakları bile izlemelerinde sakınca görülmemesi TJK’nın bu öğrencilere verdiği tam desteği gözler önüne seriyor.

Bu detayların dışında at işletmeciliği bölümünden mezun olan bir kişinin meslek hayatında nerelerde ve hangi görevleri üstlendiği merak konusu hiç şüphesiz. Bu bölümden mezun olan kişi erkek olsun ya da bayan hiç fark etmez; at işine başlayacak kişilerin atçılığı öncelikle nerede yapmaları gerektiğinden, hangi alanda yapmaları gerektiğine, ahırların kurulmasından, aydınlatma bilgilerine, seyisler ile atların vasıflarından, işletmenin en işlevsel nasıl yürütülebileceğine, yemin stoklanmasından, kalitesine kadar olan tüm detayları işletme sahibine göstermesi ve uygulaması görevlerinin bir kaçı sadece. At İşletmecilerinin bu görevleri dışında TJK’nın yarış sahalarındaki işletmelerde de çalışabilmeleri imkansız değil. Yarış gelirleri-giderleri gibi iş sahalarında da meslek edinmeleri mümkün. Üstelik bu kişiler yaptıkları çalışmalara göre aylık gelirlerini kendileri belirliyorlar.

Körfez YMO ile alınan diploma yurtdışında da geçerliliğini yitirmiyor ve sadece ülkemizde değil yurt dışında da bu bölümden mezun olan öğrencilere rahatlıkla kariyer yapma imkanı tanıyor. Kurum aynı zamanda At İşletmeciliği için danışmanlık hizmeti de veriyor. Çiftlik kurmak isteyen birçok işletme sahibi bu kurumdan oldukça fazla yararlanmış. Ülkenin dört bir yanından Körfez YMO’nu arayan kişiler buradan mezun olan at işletmecileri ile çalışarak sektörde oldukça başarılı olmuşlar. Büyük zorluklar ile bu günlere geldiklerini söyleyen Erdener Bey; “Bilimsel bir meslek üzerine dayandırılmamış hiçbir meslek için gelişim olamayacağını ancak aynı paralellikte ilerleyebileceğini” önemle vurguluyor.

Atçılık disiplin istiyor

Ülkemiz atçılık üzerine Türkçe kaynak bulma sıkıntısı yaşarken Körfez YMO atçılığı meslek edinmek isteyen kişilere okuma fırsatı tanıyan tek kurum olma sevincini yaşatıyor. Atçılığın başlı başına disiplin isteyen bir dal olması okulda bazı yasakları beraberinde getirmiş. Eğitim; canlı varlıklar ile yapıldığından ve büyük titizlik gösterilmesi gerektiğinden kurumda ne sigara içmek ne de cep telefonu kullanma izni var. “Yok artık daha neler!”diyenler için şunları söyleyebilirim ki; atlar her ne kadar asil, güzel, tatlı olsalar da, insanlardan kat ve kat güçlüler. Bu yüzden at ile uğraşan kişinin o anda ne sigara içmesi ne de cep telefonu ile konuşması doğru. İhmalkarlık atın da hayatını tehlikeye atmakla kalmaz, at ile uğraşan kişinin de hayati riski çoğalır. Bu detayları düşündükten sonra, konulan yasaklara söylenecek söz bulamıyorum gerçekten.

Önceleri aileler bu bölümlere önyargı ile yaklaşmışlar. Fakat ilerleyen dönemlerde anne ve babaların bu meslek gruplarının gerekliliğini, önemini görüp çocuklarına destek çıkmaları bu ön yargının ve olumsuz düşüncelerin ortadan kaybolmasına, atçılık mesleğini bilinçli kişilerce dilden dile tanıtılmasına sebep olmuşlar. Körfez Yüksek Meslek Okulu her sene öğrencilerini mezun ediyor ve yenilerini eğitime alıyor. Eğitim açısından her geçen yıl daha da büyüyor ve daha da gelişiyorlar. Bu meslek grubu büyüdükçe ve gelişip kendini tanıttıkça halkımız tarafından bilinen biniciliğin zengin sporu mantığından ibaret olmadığını, bu sporda da kariyer yapılabileceğini göstereceğine eminim.

Konu ile ilgili kafanızda oluşmuş soru işaretlerini Körfez YMO’na giderek hem kurumu yakından tanımanızı hem de sorularınızın yanıtlarını almanızı öneriyorum. Erdener Bey okulunun ismi olan Körfez YMO olduğundan yolda giderken misafirlerin genelde Körfez levhasından saptıklarını ve bu konuda sıkıntı çektiklerini dile getirdi. Soru ve düşünceleriniz için Körfez YMO resmi web sayfasından da www.korfezmyo.kou.edu.tr kuruma ulaşabilir detaylı bilgi edinebilirsiniz.

Bu bölümü okumak isteyip de “ah geç kaldım keşke daha önce karşıma çıksaydı” diyenler için sadece şunları söyleyebilirim. Yaşınız ve mesleğiniz ne olursa olsun içinde at sevgisi olan ve atçılığı yaşam biçimi haline dönüştürmek isteyenler; unutmayın ki hiçbir şey için geç değildir.

GELECEĞİN PARLAK BİNİCİLERİ



Cumhuriyet Gazetesi 11.12.2006

Yasemin Kap, Zeynep Ülgezen, Osman Hazinedaroğlu, Emir Cemiloğlu, Elif Güleç, Damla Turhan, Alp Karlıova, Melanie Coşar, Emirhan Cümbüş… Bu başarılı isimlerin bazıları (Zeynep Ülgezen, Elif Güleç, Damla Turhan, Osman Hazinedaroğlu, Yasemin Kap, Emir Cemiloğlu) Romanya’nın Bükreş şehrinde 25-27 Ağustos 2006 tarihinde gerçekleştirilen Balkan At Terbiyesi Dresaj Şampiyonası’na katılarak bir ilki gerçekleştirip onları daha yakından tanımamızı sağladılar.


Onlar için binicilik hayallerindeki hedeflere emin adımlar ile ulaşmak anlamına geliyor. Henüz 14-18 yaşlarında olmalarına rağmen yetişkin insanlar kadar mantıklı düşünüp karar verebiliyorlar. Gerçek birer sporcu olmakla birlikte, çok çalışıp, yaptıkları spora emek veriyorlar ve çalışmalarının karşılığını da alıyorlar. Binicilik sporunda gurur duyulması gereken geleceğin en başarılı usta binicileri olma yolunda hızla ilerliyorlar.

Hepsinin ortak bir noktası var. Dünyanın en asil canlıları olan atlara adeta tapıyorlar. Hepsi bu eşsiz güzellikteki atlara aşık olmalarının yanında, onlara saygı da duyuyorlar. Bu genç biniciler ilk olarak Maslak’ta Gs Pony Kulüp’de atlar ile tanışıp biniciliğin ilk adımlarını atmışlar. Her birinin kendisine ait bir hikâyesi, başarıları olmuş. Henüz 6-8 yaşlarında ponyler ile biniciliğin ilk adımlarını atmışlar.

Konu atlardan açıldığında hepsinin yüzü gülüyor ve büyük bir heyecanla bu güzel canlılar hakkında konuşmaktan zevk alıyorlar. Ve bu genç binciler oldukça hırslılar. Hırslı olmaları dışında biniciliğin disiplin isteyen bir spor dalı olduğunun da farkındalar.

Yurtdışında kamplara katılıp binicilik ile ilgili her dalda değerlendirme fırsatı yakalamanın sevincini yaşıyorlar. Bu başarılı isimler ile sohbetlerim esnasında hepsinin aklında kalan bazı görüntüler olduğunu öğrendim. Seyis sayısının az oluşu ve bincilerin kendi atlarının bakımlarını yaptıklarını, ve günlük antrenmanlarını üstlendiklerini, okullarının kulüplere çok yakın olduğunu ve yine bu sayede biniciliğe zaman ayırabildiklerini üzülerek ve iç çekerek bastıra bastıra söylüyorlar. Ülkemizde atları sadece araç olarak kullanan, onlar ile ilgilenmeyen sporcu sayısının çokluğundan da bahsederek üzüntülerini dile getirmeyi ihmal etmiyorlar.

Bu genç binicilerin hepsi Tulya Kurtulan ile biniciliğe başlamış ve sonuna kadar da onunla antrenmanlarını yapmaya kararlı görünüyorlar. Tulya Hanım’ın genç biniciler üzerinde uzun seneler emek vermesinin yanında bu çocuklarda da hırsları, sevgileri, sabırları ile bugünlere geldiler. Hepsinin ortak hedefi aynı; bu genç başarılı isimler olimpiyatlara kadar gitmek istiyorlar.

Kimisi Cross Country’i, kimisi engeli, kimisi dresajı hedef olarak seçmiş kendine. Cross’u seçen gençler bu dalın daha çok adrenalin dolu olduğu için doğada engel atlamayı heyecanlı bulduğundan, sadece engeli seçenler; engel atladığında kendini göklerde hissettiğinden, dresajı seçenler ise; atıyla uyum ve denge kurarak stil binmeyi sevdiği için bu dallarda karar kılmış.

Ben hepsi ile tek tek büyük keyif alarak sohbet edip ardından binişlerini seyretme fırsatını yakaladım. Oldukça disiplinli çalışan, hata yaptığında da büyük sabırla ve atıyla kavga etmeden kendi hatasını düzeltene kadar çalışmayı sürdüren gençleri yakından izledim. Bu çocukların her birinin kendilerine has farklı yetenekleri var. Ve bu yeteneklerini burada büyük bir azimle çoğaltmaya da karalılar. Sizin de onları daha yakından tanımak isteyeceğinizi düşündüm ve haklarında kısa bilgiler edindim.

Yasemin Kap: Henüz 8 yaşındayken Kemer’de atlar ile tanıştı. Biniciliği daha ileriye götürebilmek için Maslak’da Gs Pony Kulüp’de Tulya Kurtulan ile çalışmalarına başladı. Yasemin her zaman atlara büyük ilgi duydu. Engel de atlıyor fakat tercihi her zaman dresajdan yana oldu. Biniciliği yoğun okul dersleri nedeni ile ancak haftada 3 gün yapabiliyor. İleride antrenörlük bile yapabileceğini söyleyen Kap şimdilerde 7-8 yaş arası çocuklara ders vermeye başlamış bile. Şimdiye kadar kazandığı başarıları: Dresaj 2005 İstanbul Şampiyonası, Dresaj 2005 Türkiye ikincisi, Dresaj 2005 Balkan Şampiyonası üçüncüsü, Dresaj 2006 Balkan Şampiyonası Gençler kategorisinde Bronz madalya.

Damla Turhan: 9 yaşında Maslak Gs Pony Kulub’ünde atlar ile tanışan Damla şimdi 14 yaşında. Binicilik sporundan önce birçok sporu deneyen Damla binici atları çok sevdiği için bu sporu seçti. Damla da Yasemin gibi yurtdışındaki (Fransa, İrlanda, Avusturya, İngiltere) kamplara katılarak biniciliğin dallarını daha yakından inceleme fırsatı elde etti. Şimdiye kadar kazandığı başarıları; İl Dresaj Pony Ligi; il birinciliği, Esin Zembilci Ligi 2006 ve 28 Mayıs 2006’da Bölge Dresaj Şampiyonu oldu, Türkiye Dresaj Şampiyonası 2006 dördüncülüğü kazanıp milli takıma geçmeye hak kazandı. İlerideki hedefi; ülkesini dresaj disiplininde olimpiyatlarda temsil etmek.

Zeynep Ülgezen: 6 yaşında binicilik sporu ile Maslak Gs Pony Kulübün’de’da tanışan Zeynep şimdi 14 yaşında. Bu sporu seçmesinin en büyük sebeplerinden biri hayvanları ve özellikle atları çok sevmesi. Zeynep engel atlarken kendini bulutların üzerinde hissediyor ama yine de gönlünde yatan dresaj. Haftada 4 kere antrenman yapan Zeynep şimdiye kadar birçok başarıya imza attı. 2005’de Dresaj Bölge Şampiyonasına ve Dresaj Türkiye Şampiyonasına katıldı, 2006’da Türkiye yıldızlar şampiyonasına katılarak 1.20 m parkurunda koştu. Türkiye Şampiyonasında 1. oldu ve Milli takıma seçildi. İleriye dönük hedefi; Dresaj dalında olimpiyatlara katılmak.

Osman Hazinedaroğlu: Osman 9 yaşında gittiği bir yaz okulunun küçük ponyleri ile tanışarak binicilik sevdasına başlamış oldu. Daha sonra Maslak Gs Pony Kulübün’de Tulya Kurtulan ile biniciliğin temel dersleri ile tanışıp bugünlere kadar geldi. Osman şimdi 18 yaşında ve binicilik dallarından Cross Country’e ağırlık vermeyi istiyor. Ama bununla birlikte dresaj da yaptığı dallardan biri. Bu sene ÖSS’ye hazırlandığı için bu sporu haftada 3 kere yapabiliyor. Ona göre atlar; uyum, hassasiyet ve dengeyi simgeliyor. Bu üç unsur atın binici de olmazsa başarı da olmaz diyor. Kazandığı başarılar: Konkur komple yarışmalarında gençler kategorisi Milli Takımda ülkemizi temsil etti. 2005’de üç günlük yarışma disiplininde Türkiye şampiyonu oldu, Balkan şampiyonasında ferdi üçüncülüğünü elde etti.

Emir Cemiloğlu: Henüz 15 yaşında olmasına rağmen dalında birçok başarıya imza atan sporcularımızdan. Her yıl yurtdışında çeşitli ülkelerde yapılan kamplara katılarak biniciliğine katkı sağlayacak tecrübeler ekliyor. 2003 yılında İngiltere’de The Pony Club Dresaj Şampiyonasında Fransa Binicilik Federsayonu’nun düzenlediği Club Mondial’de 2004-2005 de ülkemizi başarıyla temsil etti. 2006’da gençler kategorisinde yer aldı. Engel atlamanın yanı sıra konkur komple ve dresaj dallarında yarışmalara katılmaya devam ediyor.

Elif Güleç: 13 yaşında olmasına rağmen hızla yükselen diğer isim Elif Güleç, dalında kendini kanıtlamış önemli binicilerimden biri. Elif de diğer arkadaşları gibi 1999 yılında Maslak Gs Pony Kulübün’de Tulya Kurtulan ile biniciliğe başladı. İlk başlarda biniciliğe eğlence gözü ile bakıyordu ancak sonra atlar ile iç içe olmak ve binicilik sporu onun için adeta tutku haline dönüştü. Elif diğer sporları da denemiş ve sevmiş. Halen yaptığı spor dalları arasında; voleybol, kayak, golf ve yelken de yer alıyor. Ancak binicilik ağır basıyor. Yurt dışında gördüğü binicilik; onun ileride olimpiyatlara daha sıkı hazırlanmasına ve bunu kendisine hedef seçmesine sebep oldu. Elde ettiği başarıları: 2002’de Türkiye’yi temsil ederek Avusturya ve Fransa’da dünya finallerine katıldı, 12-19 Temmuz 2003 Avusturya Binicilik Kulübü’nde forma giyme şansını elde etti, engel atlamada ülkesine kendi yaş grubunda birincilik derecesini armağan etti, 2004’de lisansını aldı ve resmi yarışmalara katılmaya başladı. 2005’de cumhuriyet kupasında İzmir’de birincilik onun oldu. Aynı yıl Nuri Oğlakçı kupasında D+ kategorisinde birinciliği alarak herkesi şaşırttı, 2006’da Esin Zembilci Kupası ve Dresaj Türkiye Şampiyonası’nda ikinciliği alırken dresajda milli takıma geçmeye hak kazandı, 2006’da Balkan Şampiyonası’nda yıldızlarda 1 altın, 2 bronz madalya elde etti.

Emirhan Cümbüş: 10 yaşında bu spor ile tanışan Emirhan şimdi 16 yaşında. O da diğer arkadaşları gibi bu spora Tulya Kurtulan ile başladı. Biniciliği seçmesinin en büyük sebep olarak atlar olduğunu söyledi. Atlar onun için adeta bir tutku halini almış. Başarılı genç sporcu Cross dalını daha çok sevdiğini dile getirdi. Cross onun için adrenalin, heyecan anlamına geliyor. Bu spor için ise; binicinin kendisini aşması anlamına geldiğini söyledi. Bu sene biniciliği haftada okul dolayısı ile 2 kere yapabildiğini ve bu antrenmanın ona yetmediğini söyledi. Lisans aldıktan sonra Bursa’da 2003 yılında bir derecesi oldu. Müsabaka Emirhan için teşvik anlamına geliyor. Yapılan her sporda bir amaç olmalı diyerek sözlerine devam ediyor. Biniciliğin sabır ve özveri istediğini üstüne basa basa sözlerine eklemeyi ihmal etmedi.

Alp Karlıova: Alp’de henüz 14’ünde olmasına rağmen oldukça azimli. Milli Takım Dresaj Kategorisi’nde gençlerde koşacağını belirten Karlıova engel dalından çok dresaja ağırlık verdiğini söylüyor. Dresaj’da binici ile atın uyumun önemini vurgulayarak bu dalın onda daha büyük heyecan uyandırdığını ekliyor. Kazandığı başarıları: 2003 yılına kadar ponyler ile çeşitli müsabakalar koştu, 2004’de dresaj ve engelde lisansını aldı, 2005’de yapılan İstanbul dresaj bölge şampiyonasında 5. oldu, Türkiye dresaj şampiyonasında 6. olarak Yıldızlar Dresaj Milli Takımında yedeklere girdi. 2006’da yapılan dresaj liginde dördüncü oldu. Onun da diğer arkadaşları gibi ortak hedefi; olimpiyatlara katılmak.

Melanie Coşar: Aralarında en küçükleri olan Melanie henüz 5 yaşındayken atlar ile tanışarak bu spora kendini adamış isimlerden biri. Ailesinin de atçılık ile ilgilenmesi ve atlara olan tutkusu onu bu sporda hızla ilerlemeye teşvik etti. Dresajı da engeli de sevdiğini belirten Melanie voltij yapmayı da çok eğlenceli buluyor. Okulundan fırsat buldukça haftada 3 kere ciddi olarak antrenmanlarına devam ediyor. Ağırlıklı olarak ponyler ile birçok başarı elde etmiş. Kategorisi D+ olduğu için kendisinden deneyimli olan biniciler ile yarıştığını söyleyerek daha çok çalışması gerektiğini söylüyor.

Bu gençlerin her biri pırıl pırıl, azimli ve akıllı. Tulya Hanım; 23 Aralık günü Maslak’da yapacakları Müzikli Dresaj gösterisi için hazırladıkları koreografiyi izlememe olanak sağladı. Onları izlerken tüylerim diken diken oldu ve gözümde her birini gösteri kıyafetleri içerisinde hayal ederek büyük bir keyif ile seyrettim. Eğer siz de bu genç binicileri daha yakından görmek ve dresaj gibi oldukça estetik olan at terbiyesi dalını merak ettiyseniz İstanbul Atlı Spor Kulübü'nden biletlerinizi almayı unutmayın derim. Dresaj gösterisi ile birlikte miniklerin at sırtında yapacakları voltij gösterisine de yutkunarak, yüreğiniz hop hop ederek seyredeceğinize eminim. Gösteri hakkında daha detaylı bilgi almak için 0212 203 83 32 no’lu telefondan TKBA tesislerini arayarak Tulya Kurtulan ile görüşebilirsiniz.

KÜLTÜR-SANAT

ATIN ASALETİ İLE SERAMİK SANATI www.pusula.tv (Hayat UYANIK İŞLETME)10.01.2007


Atın güzelliği, asaleti, zarafeti, yüceliği ilk bakışta anlaşılıyor hiç şüphesiz. Bir atın bakışı, kulakları, burnundan çıkardığı sesler bize ne anlatmak istediğini rahatlıkla anlamamıza yardımcı olur. Sadece dış görünüşü mü bizi etkileyen? Hayır… Bir atın boynuna elinizi değdirdiğinizde hissetiğiniz duygu belki köpeklerden sonra hiçbir canlıda alamayacağınız tadı verir size. Bu ne midir? Dostluk ve güven…



Uzun seneler boyunca atlar; insanoğluna hizmet etmiş, savaşlarda onların can dostu olmuş, uzun yolculuklarda yanlarında boy göstermiş hatta ve hatta gerçek hikâyelerin yaşandığı filmlere bile konu olmuşlardır. Ve bu canlılar kendilerine her seferinde kolaylıkla aşık olmamıza neden olmuşlardır.

Atçılık ve binicilik bir yaşam tarzıdır. Bu spora gönül veren insanların hemen hemen hepsinin üzerinde ya da yanlarında taşıdıkları aksesuarlar atlar ile ilgilidir. Kimisinin anahtarlığı, kimisinin çantası, kimisinin şapkası bu asil canlılar ile alakalıdır.

At tutkunlarının oldukça hoşuna gidebileceğini düşündüğüm farklı bir kültürü ele aldım bu sefer ki yazımda. Seramik sanatının ne olduğunu herkes bilir hiç şüphesiz. Kısaca bahsetmek gerekirsek; seramiğin tarihçesi 9. yy’da üretildiği görülür. Bu devirlerde üretilen seramikler; çanak, çömlek özelliklerini taşımaktaydı. Seramik; kilden yapılan ve şekillendirilen ardından pişirilme yoluyla dayanıklılık sağlanarak en son şeklini alan bir sanat dalıdır. Seramiğin ana maddesi kildir. Ve su ile biçimlendirilip, kurutulup pişirildikten sonra dayanıklılık kazanan maddedir. Birçok aşamadan geçtikten sonra son haline kavuşan seramik gerçekten el emeğinin bir sonucudur.

Bu sanat dalında yıllarca emek vermiş, atlara adeta aşık olan başarılı bir sanatçı olan Levent Zorlu’dan bahsetmek istiyorum. Levent Bey; 1958 yılında İzmir’de doğmuş ve yaşı oldukça ufakken atlar ile hipodromda tanışmış at aşığı olan bir insan. İlerleyen yıllarda da binicilik dersi alıp bu konuda kendini geliştirmiş. Atlara olan tutkusu onu el becerisine olan yatkınlığı ile bir araya getirmiş ve çamurlarla başlayan küçük denemeler sonucunda seramik sanatında atların büyülü dünyası ile yaratıcılığını pek fazla zorlamadan ortaya harika sonuçlar çıkarmış. Ben harika sonuçlar diyorum çünkü Levent Bey’in gerçekten yaptığı her parça ayrı değerli ve özel bana göre. Kendisi ayrıca fayans üzerinde ve yağlı boya tablolarında da kendini oldukça geliştirmiş sanatçı bir dostumuz. Özellikle aldığı siparişlerden de bahsetmeden geçmiyor bu yetenekli kişi. Levent Bey; at sahibi olan kişilerin atlarının fotoğraflarına bakarak da istenileni rahatlıkla uygulayabiliyor. İster fayans üzerinde, ister yağlı boya da ya da seramikte yeter ki içinde at olsun diyor kendisi.

Levent Bey; İzmir’de Sevgül ve Bünyamin Özer çifti ile birlikte çalıştığı küçük atölyede kışın yoğun bir çalışma ardından yazın Çeşme Alaçatı’da emeklerini sergileyip siz sanatsever dostları ile paylaşıyorlar her yıl. Ben onların yaptığı her parçaya hayran kaldım. Elbette ben de at tutkunu olarak atlar ile ilgili çalışmalardan bazılarını evime dönerken beraberimde getirdim. Aralarından çok beğenerek aldığımı hemen odamın duvarına astım.

Bu değerli çalışmalar sizin de evinizin, iş yerinizin arzu ettiğiniz herhangi bir köşesinde yer alabilir, belki de yaptıracağınız özel bir sipariş ile eşsiz olan bu canlıyı her gün yakından görebilirsiniz.

Kendilerine ulaşmak için: Soğukkuyu Barış cad No:218 Karşıyaka İzmir adresinden ve 0536 203 20 79 no’lu telefondan Levent Bey ile görüşüp siparişlerinizi verebilirsiniz.

HIPPOTERAPİ

Şalom 11.11.2009


Doğa ve hayvanlarla iç içe yapılan bir spor olan biniciliğin aynı zamanda bir tedavi şekli olduğunu biliyor muydunuz?

Binicilik sporunu yapanlar bilirler; bir tutku, adrenalin, terapi, iki canlının aynı anda bir çok duyguyu birlikte hissetmeleri açısından önemli duyguları barındırmaktan ibarettir. Bu bir spordur, belki bir iştir, ya da tedavi yöntemi… Çoğu sağlıklı insan gibi doğuştan özürlü ya da hayatta yaşadığı olumsuz kazalardan ötürü eski sağlığına kavuşabilmek için bile bu dünya güzeli yaratıklar ile tanışıyorlar.
Yaklaşık 5000 yıl öncesine dayanıyor atların evcilleştirilmesi… Bilinen bir gerçek var ki atlar insan kültürünün şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Hızlı iletişim ve yolculuk olanağı sağlamakla kalmamış, askeri muharebelerde kesin müttefikliğini kanıtlamıştır. Atlar hayatımızın uzun dönemlerinde bizler ile yolculuk yapmış ve yine bizlere her açıdan dost olmuşlardır. Engelli insanlar için bile atlar umut ışığı olmuş, onlara olan teşekkürümüzü her açıdan hak etmişlerdir.
Eski Yunanaca’da atın karşılığı olan “Hippos” kelimesi bugün dünyada kendini kanıtlamış olan “Hippoterapi” adını alan tedavi yöntemi ile hayat bulmuştur. Tarihi kayıtlara göre, at sırtına binmenin duygusal ve fiziksel açıdan yararlarının anlaşılması Antik Yunan dönemine dayandığı belirtiliyor. 1950’li yıllarda İngiliz fizyoterapistleri her türlü özürlü hastanın ata bindirilerek tedavi edebileceklerini keşfetmişler. Alınan olumlu sonuçlar neticesinde, iki yıl sonra Avrupa’da atla yapılan bu terapi bazı terapi merkezlerinin kurulmasına ön ayak olmuş. Bu merkezler 1960’lı yıllarda Amerika ve Kanada’da bu sistemin kendisini geliştirmesinde yardımcı olmuş.
Kraliyet ailesinin de desteği ile 1969 yılında İngiltere’de özürlüler için at binme derneği kurulmuş. Aynı yılda “NARHA” adı verilen kurum Kuzey Amerika’da yine özürlüler için atla terapi yapan gruplarının merkezi olmuştur. Her geçen ay ve yıllar bu tedavi yöntemi diğer ülkelerde ilgi görüp uygulanmaya, bazı komitelerin ve Hippoterapi Sertifikasyon Birliği ve ilk Hippoterapi Klinik Uzmanı sınavı uygulanmaya başlanmış. Büyük gelişim gösteren bu sistem ve tedavi yöntemi, büyük ülkelerde medikal açıdan tanınmaya başlanmış. ABD’de konuşma terapistleri, doktorlar, fizik terapistleri, psikiyatriler ile öğretmenlerin tümü hastalarına binicilik terapilerini önermeye başlamışlar.
Hippoterapi tedavisi için özel eğitim almış uzman terapistler, öğrenme bozukluğu yaşayan hastalar ile spastik, işitme engelli, görme engelli, ruhsal bozukluk yaşayan, hareket kabiliyetini kaybetmiş, hiperaktif gibi rahatsızlığı olan kişiler için bu sistemi kullanmaya başlamışlar. Bu yöntemde kesinlikle biniciliğin eğitimi verilmeden sadece sinirsel fonksiyonları ve duyumsal girdileri geliştirici eğitim programları hazırlanarak hastalara uygulanmış.
Tedavi esnasında hastalara kas perdesini normalleştirmek, denge reaksiyonlarını geliştirmek, baş ve gövde kontrolünü sağlamak, koordinasyon, sosyal yaşam-arkadaşlık-paylaşım gibi belirgin hedefler belirlenmiş. Bu hedeflere hastaların verdiği tepkiler, cevaplar sonrasında Hippoterapi tedavisinin bu gibi hastalara ne derece önemli olduğunu göstermiştir.
Biz insanoğlu atların dostu olabiliriz. Ama bir gerçek var ki asıl dost olanların kayıtsız şartsız uzun zamandan beri bizlerin yanında yer alarak asıl atların bizim dostumuz olduğudur. Ağır yükleri her gün çekmek için yetiştirilen işçi atları, çiftçiliğin ve sanayinin çalışmasını değiştirmişlerdir. Mallar hızla uzun mesafelere taşınarak ticaret gelişmiş ve dış dünya ile küçük bağlantıları olabilen köyler zenginleşmiştir.
Hippoterapi için bile olmasa mutlaka hayatta bir kere denenmesi gereken şeydir at sırtına çıkmak. İlk defa binecek kişi önceden tedirgin olur, atın yanına yaklaşır ve ilk teması boynuna dokunarak gerçekleşir. Ardından antrenörün de yardımı ile bir harekette eyere oturmak bir merdivenin en süt kademesinde oturmaktan farksızdır. Yüksekte olmak, altında nefes alan bir canlıyla hareket edebilmek insana dünyanın en pozitif enerjisini vermeye yeter de artar. Siz siz olun hâlâ bu keyfi denemediyseniz yakınınızdaki binicilik kulüplerine gidip hiç vakit kaybetmeden sonsuz heyecanı yaşayın.

SOKAK HAYVANLARINA BİRAZ SAYGI

Şalom 18.11.2009


Dört günlük bebeği sokak köpekleri yedi’, ‘Sokak köpekleri çocuğu parçaladı’, ‘Sokak köpekleri ölümcül virüs taşıyor’, ‘Sokak köpekleri hastalık saçıyor’…

Başlıklar ilginç değil mi! Hani derler ya gazeteciler anlatılanların arasından kelimeleri cımbız gibi çeker diye. Doğru… Ama bunu nasıl yazmak istediğiniz de önemli. Eğer bir haber çok ilgi çeksin diye yazılıyorsa başlığı ona göre patlatırsın elbette. Ama hiçbir şekilde konuşamayan ve sıkıntılarını dile getiremeyen canlılar için yazı yazılacaksa biraz daha dikkat edilmesi gerekmez mi?
Bu haftaki yazımda birkaç haberin birleşimi dikkatimi çekti. Çok değil henüz geçmiş haftalarda yazılmış haberler ve habere ait suçlu gösterilen zavallı denecek sokak hayvanları hakkında.
Nasıl olur da bir insan, bir gazeteci sokak hayvanlarını etrafa vahşet saçıyorlar, ölümcül virüs taşıyorlar, “onlar hastalık bulaştırıyor, dört günlük bebeği yedi” diye haber yapıyorlar anlamıyorum. Pardon nasıl oluyor da bu tür haberleri bu şekilde okuyucuya madalyonun yanlış tarafından gösterebiliyorlar. Üstelik maalesef toplumumuzda o kadar hayvan sevgisi içinde barındırmayan ve hatta sokaktaki hayvanları canavar gözüyle bakıp onları hor gören insan topluluğunun çoğunlukta olmasını bile bile nasıl oluyor da bu tip haberler yayınlamaya razı olabiliyorlar. Onların dili yok diye mi, haklarını savunamayacaklar diye mi, gerçeği nasılsa anlatamayacaklar diye mi yoksa!
Ülkemizdeki en önemli sorun ne? Tabiî ki sokağa çıktığımız andan itibaren karşımıza çıkan sokak hayvanları. Onlardan korkan da var korkmayan da. Seven de var sevmeyen de. Onlara yardım eli uzatan da var canice işkence eden de. Onlarla iç içe mi yaşıyoruz evet elbette. Peki, bu kimin sorunu bizlerin mi? Hem evet hem hayır. Hayvan alıp bakamayan ve onu sokağa atan hatta otoyollara, bile bile ölüme terk edenlerin çoğunluğu pek de hafife alınır cinsten değil maalesef. Sokakta yaşadıkları için çoğunlukla açlar, kimsesiz oldukları için karşılarına çıkacak her türlü tehlike ile karşı karşıyalar. Kendi kendilerine mi kuduz oluyorlar; hayır! Kendi kendilerine mi iç ve dış parazit oluyorlar, hayır! Peki, bu parazitlerden kimler etkilenebilir; elbette öncelikle hayvanların kendileri. Öncelikle onları bu hastalık öldürür ve daha sonra da bizleri. Yani sokakta yürürken sadece hayvan sahipleri mi köpeklerinin dışkılarını toplamıyor sanıyorsunuz. Önünüze gelen o dışkı her hangi bir sokak köpeğinin de olamaz mı?
Peki buna bir önlem alınamaz mı? Elbette alınır. Sokak köpekleri öncelikle ve mutlaka aşılanabilinir. Ama belediyeler ne yapıyor? Toplu itlafı seçiyor.
Sokaktaki bu dışkılar elle temas edilmese bile toza karışarak solunum yoluyla bile hepimizin sağlığını tehdit ediyor. Ben olsam bu başlığı kullanırdım işte. “Belediyeler kendileri dâhil insan sağlığını hiçe sayıyorlar.” “Sokaklarda dolaşan başıboş köpekler, vatandaşları korkuturken, hastalık saçıyor.” denmemeli. Onlar birer canavarmış gibi gösterilmemeli.
Tabi iç açıcı haberlerde okumuyor değilim… Adile Sultan Sarayı adına yakışır ama çok hayırlı bir işe ev sahipliği yaptı. Beykoz’daki Sokak hayvanlarına bakımevi yapılması amacı ile 2009-2010 sonbahar-kış “Haute La Vie” defilesi düzenlendi.
Araba kullanırken aniden durarak ölü bir hayvanı toprağa götürüp arkasından ağlamak ya da hızla araba çarpmış bir hayvanı koşa koşa veterinere yetiştirerek kollarımda can vermesini görmek yerine barınaktan sahiplenilmiş ve güvende olduklarını görmek en büyük isteğim olacak ileriki yıllarda her zaman olduğu gibi… Bu tip hayır işlerinin daha çok artması ve onlara sunulacak kaliteli yaşam standartlarının sınırlı kalmaması, köpek satın almak yerine daha çok yuva arayan sokak hayvanlarının sahiplendirilmesi de en büyük arzum elbette.

GÜZEL ATLAR DİYARI

Şalom 09.12.2009
Bu yazıyı Kapadokya’ya gidecek ya da önceden biraz bilgi almak isteyenler için toparladım. Kapadokya, Pers dilinde kelime anlamı olarak “Güzel Atlar Diyarı” anlamına geliyormuş...

Binicilik ile ilgilenen insanlar ne zaman kültür gezisine çıksalar, gittikleri bölgelerde atla safari yapılan tesisleri ararlar ve mutlaka bir çiftlik bulurlar. Gezilerini at sırtında yapmayı ihmal etmezler çünkü kültür gezisini at sırtında yapmak demek, o gezinin adrenalin dolu geçeceği anlamına gelmesi demektir. Aşılan dağ tepe bayırda küçük engeller, görülebilecek en güzel manzara, verilen molalarda yapılan sohbetler, oluşan yeni dostluklar, daha önce tanımadığınız ama sanki onu uzun zamandır tanıdığınız en güvenilir dostunuz; bindiğiniz atınız ile saatlerdir kurduğunuz güven duygusu o bağ, eve döndüğünüzde hayatınız boyunca unutamayacağınız en güzel deneyimlerden biri olacaktır hiç şüphesiz…
Şimdi okuyacaklarınızı hayalinizde canlandırmaya çalışın;
Kapadokya’da bir çiftliğin kapısından içeri girdiğinizi düşünün. Açılan çitin gıcırdayan sesinin arkasından padokta atların dörtnala bir o yandan diğer yana koştuklarını, aralarında kişnediklerini hayal edin. Tertemiz bir havada, masmavi gökyüzünün parlaklığı altında koşan atları, sadece anı defterinizde ya da hafızanızda her an unuturum korkusuyla yaşayarak saklamak istemezsiniz herhalde. Fotoğraf makineniz ve siz bir süre bırakın eliniz deklanşörde takılı kalsın. Çitin arkasında duruyorsanız gerçekten onlardan biri muhakkak yanınıza çoktan gelmiştir. O halde size yaklaşan meraklı gözü seyretmekle yetinmeyin. Daha önce bilmediğiniz bir his ise inanamayacağınız kadar kadife yumuşaklığındaki burnuna ve yanaklarını dokunun, onunla konuşun ve hatta daha yakın plan fotoğraf karelerinizde bu anı ölümsüzleştirin.
Biraz dokunmak ve fotoğraf çekmek bence de size yetmeyecek. Korkmayın ve tüm cesaretinizi toplayıp onlardan birine binin. Kapadokya’nın eşsiz güzelliğini, at sırtında keşfe çıkın. Öyle büyük binici olmanıza gerek yok. Daha önce at binmemiş bile olsanız uysal atlar ile istediğiniz yere rehberinizle gidebilirsiniz. Siz de güzel atlar diyarında o güzelim atlar ile bedeninizdeki tüm enerjiyi boşaltın ve yeniden doğmaya hazırlanın. Tertemiz havayı içinize çekin ve yavaş yavaş yola koyulun.
Şimdi gerçeğe dönün ve hemen uçak biletinizi ayarlayın.
Bu yazıyı Kapadokya’ya gidecek ya da önceden biraz bilgi almak isteyenler için toparladım. Kapadokya Pers dilinde kelime anlamı olarak “Güzel Atlar Diyarı” anlamına geliyormuş. Roma döneminde Kapadokya’nın kısrakları öylesine değerliymiş ki, bu kısrakların satışları üzerinde özel bir vergi bile uygulanırmış.
Hepimizin bildiği gibi Peribacaları hiç şüphesiz Kapadokya’nın ilk karakteristik özelliklerinden biridir. Tüm yüzey şekilleri 30 milyon yıl öncesine dayanması, yanardağ patlamalarının bölgeyi kül tabakası ile kaplaması sayesinde olması, katılaşan tüf adı verilen kolay aşınabilen bir malzemeye dönüşmesi ve zamanla tüf aşınarak Ürgüp civarındaki şapkalı peribacalarını günümüzdeki son görünümlerine ulaşmalarını sağlaması gerçekten görülmeye değer…
Büyüleyici doğal oluşumları yakından görmek için Ürgüp, Göreme, Nevşehir’i mutlaka gezmenizi tavsiye ediyorum. Göreceğiniz o tüm yer altı kentleri; tüf yumuşaklığı ile kolayca kazılarak barınak haline getirilmiş. İnsanlar bu barınaklarda yaşamışlar. Bu yaşam alanları içerisinde de ahırlar, kuyular, havalandırma sistemleri, kiliseler ve ambarlar da varmış.
Burada mutlaka Karanlık Kilise’sini, Kızlar Manastır’ını görmenizde yarar var. Üçhisar Kalesi’ni, Göreme Vadisi’ni, renkli fresklerinin ünlü kiliselerinin bulunduğu açık Hava Müzesi’ni, Pembe Vadi olan Derbent Vadisi’ni gezmeyi ihmal etmeyin. Bu arada etrafınızda el emeği malzemelerini de hediyelik ya da evinize anı olsun diye de almayı unutmayın. Benden söylemesi…
Fotoğraflayın! Unutmayın; o güzel kareler gerçek belgelerdir ve o izler bizleri geçmişte yaşadığımız saatlere götürecek kadar da sihirlidirler. Gerçek makine ile cepten değil. Cep telefonlarının hafıza kartları bu güzel görüntüleri belleğinde saklayacak kadar büyük değiller çünkü…

CAN ALMAYIN, KURTARIN

Şalom 13.01.2010
Ülkemizde sokak hayvanları sorunu ile ilgili olarak gelişme kat edemediğimizi görerek üzülüyorum... Bilinmeyenler o kadar fazla ki… Bilenlerin de bu hikâyeleri bilmeyenlere anlatması şart

Bu yazımı okurken konuya biraz onların da gözünden bakmanızı istedim. Bir şekilde annesinden ayrılıp ‘pet shop’a düşen bir yaşına henüz basmamış köpeğin, bilinçsiz bir aileye sahiplendirildikten sonra, sokağa atılarak kısa sürede barınakta yapılmaması gereken kısırlaştırılma operasyonu sonrası araba çarpması ile hayatının son bulduğu çok acıklı bir hikâyeyi, en kısa dille köpeğin dilinden anlatmaya çalıştım.
“Pet shop’tan henüz kurtulmuştum ki bir evin tuvaletine kapatılıp yine yalnız kalmıştım. Dükkândaki kafesimden farklı olarak karanlık ve yerler buz gibiydi. Bütün gün havladım ve tuvaletimi tutamadığım için etrafa pisledim. Ya ne yapmalıydım? Neden bilmiyorum ama o kapalı ortamdan alınıp şimdi de sokağa, ormana atılmıştım.
O kadar korkuyordum ki… Bu sesler neydi? Zaten korkak tavırlarım yüzünden etrafta gördüğüm diğer sokak hayvanları da beni dışlıyorlardı. Ağlıyordum, beni yanlarına almaları için yalvarıyordum, karnım çok açtı. Ne kadar da çok sokak hayvanı vardı… Birkaç köpek yolda ezilen diğer köpeğin başında durmuş yas tutarlarken ben de yolu takip ettim. Her köşeden bir köpek ve sürüsü ile karşılaştım ve hep dışlandım. Açtım, etrafta yemek yoktu. Yol kenarında yürürken üşümekten titreyen vücudum kas katı kesilmişti.
Bir araba durdu yanımda. İçinden ağlayan köpek sesleri geliyordu. Arabadan inen adama kuyruğumu tam sallıyordum ki bir ağ yardımı ile çoktan yakalanmıştım. Ne olduğunu anlamadan tekrar kafese girmiştim bile. Sevinmeli miydim ormandan kurtuluyorum diye yoksa bambaşka çirkin bir dünyaya daha mı yolculuğum başlıyordu. Halbu ki annem ben doğduğumda bana insanlara iyi davranmam için öğüt vermişti. İyi davranmak mı, buna hiç fırsatım olmadı ki. Daha çok hızla beni hayatlarından çıkartıp, hiç bilmediğim sokağa attılar. Ve şimdi nereye gittiğimi bilmediğim bir arabada yolculuk yapıyordum. Arabadaki hiçbir köpek mutlu değildi. Hepsi yaralı ya da açlıktan ölmek üzerelerdi. Nereye gidiyoruz? dediğimde bile benimle ilgilenmediler.
Kapılar açıldı ve yoğun bir köpek havlaması duyduğum yere geldik ve bana buz gibi bir masanın üstünde bayılmama neden olacak bir iğne yaptılar. Uyanmaya çalışırken ön patilerim ile arka patilerim iki yana ayrı bağlanmış bir şekilde bırakılmıştım. Kulağımda ve bacak aramda yoğun bir acı hissediyordum. Artık açlığımı duymuyordum bile. Ayak sesleri boş koridorda yankılanıyordu. Beni daha çok küçük olmama rağmen gaddarca kısırlaştırmışlardı. İnsanlara iyi davranmak mı anne diye sayıklıyordum. Yine acımasız bir çift el beni kamyonun kafesine atıp yola çıktı ve yine beni sokağa terk etti. Yine sokaktaydım ama yürüyemiyordum bile. Anestezinin etkisi tam geçmemişti. Bilinçsizce yol ortasında sendelerken bir arabanın kornası ile hayatım son buldu.”
Onlar acımasız sokaklarda nefes aldıkları müddetçe yaşam mücadelesi veriyorlar. Pet shop’lardan, barınaklara, sokaklardan zorla dövüştürülen hayvanlar ve daha ne korkunç senaryoların yaşandığı ortamlarda son nefeslerini verene kadar bin bir türlü işkencelerden geçiriliyorlar.
Bu acıklı sonları mutlu yaşamlara döndürmek bizlerin elinde. Araba ile giderken ne yazık ki her an her yerden sokak hayvanı çıkabilecek gibi arabayı dikkatli kullanmalıyız. Hayvan alırken bilinçli bir şekilde onu terk etmeyecekseniz sahiplenmelisiniz ki bu güzel canlılar sokaklara düşüp kötü şartlarda yaşamak zorunda kalmasınlar.

HAYDİ AT BİNMEYE

Şalom 10.02.2010




Kâşifleri yeni bölgelere taşıyan, çocuklardan on katı güce sahip olsa da onlara boyun eğen, tekerlekli sandalyedeki insanların iyileşmesine olanak sağlayan bu iyi ruhlu hayvanlar bize aynı zamanda emsalsiz bir spor da sunarlar…

Atların evcilleşmesinden bu yana binlerce yıl geçti. Özel çiftliklerde, haralarda, binicilik kulüplerinde yaşayan atların yanı sıra doğada yaşayan atların yaşamları her zaman merak konusu olmuştur.
Televizyonda gördüğümüz özgür atlar bir helikopterin gözünden bakıldığında hızla koşarlar, uzun yeleleri dalgalanır, güçlü kasları en yüksekten bile fark edilir. Peki, nasıl yaşarlar, nasıl yol kat edip korunurlar hiç merak ettiniz mi?
Doğal yaşamda yaşayan vahşi atlar büyük sürü içerisinde küçük gruplar halinde dolaşırlar. Bir aygır ve beşe yakın kısrak-taylarından oluşur. Çok geniş arazilerde otlarlar. Doğada gözlerini açan bir tay doğumdan bir saat sonra ayaklanır. Bunun sebebi av olmamak, hayatta kalabilmek içindir. Atlar ayakta uyur ve bir atın gözetiminde güvende olurlar. Kısrak ve taylar başka sürülere katılabilirler. Zamanlarının çoğunu otlayarak geçirseler de birbirleri ile oynamaktan büyük zevk alırlar.
Doğada dilediği kadar yol kat eden özgür atların yanı sıra ahırda vaktini geçiren atların hayatları oldukça farklıdır.
24 saatin 23 saatini 3,5 metrelik duvarlarla çevrili bir alanda geçiren atlar da var. Hatta artık hemen hemen hepsi bu şekilde hayatlarını sürdürüyorlar. Bir ata göre bizler onları doğal yaşamlarından kopartıp evcilleştirerek özgür hareketlerini kısıtladık, yaşam koşullarını insanlara yönelik olarak değiştirdik. Kısacası onları esir ettik.
Atbinmenin püf noktaları

Sakinlikten ve asabi davranışlardan hoşlanmayan atlara binebilmenin yolu onlar gibi düşünmekten geçer. Günümüzde bindiğimiz, seyrettiğimiz atlar “eguus coballus” adındaki atadan evrimleşerek bugünkü son halini almıştır. 50 milyon yıldan daha uzun bir süre önce tilki boyutunda olan bu at şimdiki görünümü ile bizi kendine aşık etmeyi başarmıştır.

Dörtnala koşup kişnediklerinde hayal gücümüzü ve kalplerimizi ele geçirmeleri hiç de uzun sürmez. Kâşifleri yeni bölgelere taşıyan, çocuklardan on katı güce sahip olsa da onlara boyun eğen, tekerlekli sandalyedeki insanların iyileşmesine olanak sağlayan bu iyi ruhlu hayvanların usta binicilerin dokunuşları ile gösteri canlılarına dönüşmelerini her defasında kitle iletişim araçlarında görüyor ya da kitaplarda okuyoruz. Bugünkü yazımda siz meraklı at sever dostlarıma bazı binicilik terimleri ile binicilik sporunu nerelerde yapacağına yönelik bilgiler vermek istedim. Bu hafta sonu size en yakın bölgede yer alan tesisi işaretleyip gününüzü orada geçirebilir, ilk dersinizi orada yapabilirsiniz. Belki de başlayacak binicilik serüvenine ilk adımınız bu hafta sonu olacak. Kim bilir?

Binicilik terimleri:

Manej: At binilen saha (Hava şartlarına göre açık ve kapalı olmak üzere iki ayrı saha vardır)
Padok: Yarış atlarının yedekte gezdirildiği yer ve külüp atlarının dinlenmesi, otlaması için ayrılmış, etrafı çitlerle kapalı saha.
Pony: Midilli (3-12 yaş arası çocukların binebileceği küçük boy atlar)
Dresaj: At terbiyesi (Binicilikte öncelikle öğrenilen biniş stilleri)
Lonj: Atı bir türlü çalışma yöntemidir (Sahibi o gün için gelmeyen atların manej ortasında seyis eşliğinde bir ip yardımı ile daire çizerek atın kısa süre çalıştırılması)
Voltij: Binicinin at üstünde denge hareketleri yapması (Bir nevi at üstünde aerobik yapmak)
Horseball: Atla oynanan basket veya futbola benzer horseball topu
Adeta: Atın kendi halinde bırakıldığı yürüyüşüdür.
Süratli: Karşılıklı çapraz ayaklar aynı zamanda kalkar, aynı zamanda basar. Uzaktan duyulduğunda iki nal sesi işitilir.
Dörtnal: Atın sıçrayarak yaptığı bir yürüyüş şeklidir ve atın en hızlı koşuş biçimidir.
Yüksek atlama: Engelin yükseklik, genişlik ve darlık özelliklerine göre çeşitli şekillerde yapılır.

İSTANBUL’DA BULUNAN BAZI BİNİCİLİK KULÜPLERİ:

Doğa Koleji Spor Kulübü

Tel: 0 216 320 52 00
Fax: 0 216 320 46 63
E-posta: info@dogakoleji.com
Adres: Fener Cad. No:6 Akbaba Köyü / BEYKOZ
Galatasaray Spor Kulübü Binicilik Şubesi

Tel: 0212 286 99 64
Fax: 0212 286 99 84
E-posta: banu.biramen@galatasaray.org
Adres: 3 Yol Mevkii MASLAK

Gürman Binicilik ve Spor Kulübü
Tel: 0 212 850 80 62
Fax: 0 212 850 80 46
E-posta: burakgurman@gmail.com
Adres: Karaağaç Mah. Eskice mevkii Gürman Çiftliği BÜYÜKÇEKMECE

İstanbul Atlıspor Kulübü
Tel: 0 212 276 20 56
Fax: 0 212 276 27 26
E-posta: info@istanbulatlisporkulubu.com
Adres: Üçyol Mevkii 34347 MASLAK
Samandıra Atlıspor Kulübü

Tel: 0 216 311 43 33
Fax: 0 216 311 63 19
E-posta: sencerhorasan@hotmail.com
Adres: Ertuğrul mah. Ebubekir cad. Seven Et Kom. SAMANDIRA

Sipahi Ocağı Binicilik Kulübü
Tel: 0 212 276 22 21
Fax: 0 212 276 29 95
E-posta: so1913@hotmail.com
Adres: Üçyol Mevkii 80670 MASLAK

Tulya Kurtulan Atlıspor Kulübü
Tel: 0 212 203 83 32
Fax: 0 212 203 85 47
E-posta: info@ponyclubist.com
Adres: Gümüşdere Köyü SARIYER
Kemer Golf & Country Club

Tel: 0 212 239 72 00
Fax: 0 212 239 81 71
E-posta: mustafainanc@kemercountry.com
Adres: KG&CC Uzun Kemer Mevkii Göktürk Beldesi Atlıspor Tesisleri EYÜP

Melisa Binicilik Spor Kulübü Derneği
Telefon: 0 212 323 21 00
Fax: 0 212 323 02 85
E-posta: info@s-binicilik.com
Adres: S Uluslararası Binicilik Merkz. İstinye Yokuşu Tepeüstü sok. No:1 34460 İSTİNYE

KÜÇÜK ATLAR BÜYÜK BAŞARILAR

Şalom24.02.2010
Birçoğumuz biliyoruz çocukların en çok sevdiği hayvanlardan birkaçının köpek, kedi ve at olduğunu... Atlar diğer evcil hayvanlara nazaran bizden uzakta; kulüplerde ya da özel çiftliklerde ahırlarda yaşasalar da 7’den 70’e kendilerine bizleri âşık etmeyi başarmışlardır. Üç yaşından başlayan küçük biniciler 14-16 yaş aralığına kadar bu küçük atlar ile müsabakalara katılabilme şansları var.
İlk midilliler, zamanla yapıları küçülmüş orijinal vahşi atlardan türediler. Bu küçük ve sevimli hayvanlar günümüzde çeşitli amaçlarda kullanılır. Midilliler tarihte ilk olarak binicilik ve yük taşımacılığında, çocuk biniciliğinde, eğlence yarışçılığı gibi birçok alanda hayatımızda yerlerini aldı. Midilliler zeki ve dost canlısıdır; ancak normal atlara göre daha inatçı yapıları ile tanınırlar. Uygun ve gerekli eğitimi almış midilliler at binmeyi yeni öğrenen küçük çocuklar için ideal hayvanlardır.
GÖRME ENGELLİLER MİNYATÜR ATLAR İLE
Görme engelli insanlar genellikle ve çoğunlukla rehber köpekleri ile doğru yolu bulsalar da minyatür atlar ile de hayatlarına devam edebiliyorlar. 45 kilogramdan daha hafif olan minyatür atlar büyük bir köpekle hemen hemen aynı boyda ama daha bodur oluyorlar. Minyatür atların hem ömürleri köpeklerden daha uzun oluyor hem de 30 yıldan uzun yaşayıp çalışabiliyorlar. Rehber köpekler ise genelde 12 yaşındayken emekliye ayrılıyor. Ancak madalyonun bir diğer yüzü de var… Rehber atlar meslektaşları köpeklere oranla daha fazla bakım istiyor. Bu bakımdan maliyetleri de daha yüksek. Rehber midilliler en az altı aylık bir eğitimle bu işe uygun hale gelebiliyorlar.
Belirlenen resmi açıklamalara göre bir midilli; 158 cm’den daha küçük olan at ırkıdır. Atlar bu yükseklikten daha uzun ölçülere sahiptirler. Midilli terimi ölçülerine ve cinslerine rağmen her küçük at için kullanılabilinir. Midilliler iyi terbiye edildiklerinde birçok etkinliklerde uluslararası arenada rekabet edebilirler. Midilliler tam ölçülü atlarla bile rekabet halinde olabilirler. Bir atın ölçüsü onun doğal atletik yetenekleri arasında doğrudan bir ilişki yoktur.
Çocuklar midilliler ile binicilik sporunu yaparken eğleniyor, eğlenirken birçok eğitici oyun oynamanın tadına varıyorlar. Bir canlı ile yapılan bu sporun çocuklardaki en büyük etkisi, kendinden büyük olan bu canlıya hükmetmeyi öğrenme duygusu ve tımar etmek, ona sorumluluk duygusunu daha çok erken yaşlarda öğretiyor.
Midilli grupları:
• Küçük midilliler: 130cm ve altı
• Orta Boylu Midilliler:130-140 cm
• Büyük Midilliler: 140-147cm
Avrupa ve Amerika ülkelerinde yetiştirilen midilli ırkları:
Pottok (Fransa), Connemara (İrlanda), Dartmoor (İskoçya), Fjord (Norveç), Haflinger (Avusturya), Highland (İskoçya), Shetland (İskoçya), Welsh (İzlanda)
Dünyanın en küçük midillisi: Avustralya’nın Victoria kentinde yaşayan 12 yaşındaki Sam Leith’in midillisini görenler oyuncak sanıyor. Oysa boyu yaklaşık 40 santimetre olan bu midilli gerçek. Henüz bir aylık olan yavru bu haliyle büyüdüğü at çiftliğinin en popüler üyesi. Çiftliğin sahibi Lee Leith, atın dünyanın en küçük doğan midillisine sahip olduğunu açıklarken Guiness Rekorlar Kitabı’na girmesi için başvuruda bulunduklarını söyledi.
Çocuklarınızı midilliler ile tanıştırmak için; S Uluslararası Binicilik Merkezi (İstinye), İstanbul Atlı Spor Kulübü (Maslak), Sipahi Ocağı (Maslak), Nevzat Özgörkey Binicilik Tesisleri (Maslak)

NE YAPTIYSAK DA SONUÇ HEP AYNI

Şalom 12.05.2010
Hayvanlara eziyet etmek bir insanlık ayıbıdır, suçtur denmiyor da; “Onlara eziyet etmek sadece uğursuzluk getirir, başımıza iş açılır, köpekleri Hayırsız Ada’da bırakmayalım.” sözleri sarf edilebiliyor.

Ülkemizin en büyük sorunlarından biri ne yazık ki her kafamızı çevirdiğimizde gördüğümüz sahipsiz sokak hayvanları. Köpekler ve kediler çok uzun zamandır çoğunluktalar ne yazık ki… Ve bu zavallı canlıların adedi Bizans’tan beri değişmemiş durumda. 1910 yılında İstanbul’daki köpeklerin sayısı oldukça fazlaydı. Bunun üzerine, 19. yy’ın ilk çeyreğinde Sultan II.Mahmut sokaktaki tüm köpeklerin yakalanmasını emrederek Marmara Denizi’nin ortasındaki Hayırsız Ada adı verilen küçük bir adaya bırakılmalarını söylemişti. Hem de aç kalacaklarını, avlanamayacaklarını bile bile..
Padişahın bu emri üzerine, belediye başkanı Suphi Bey’in de yardımıyla toplanan köpekler Hayırsız Ada’ya götürüldüler. Kısa bir süre sonra sayıları 80.000’ne kadar ulaştı. Neden, çünkü kontrolsüz ürediler, ürediler ve yine ürediler. Bu adada su ve yiyecek olmadığından adaya bırakılan köpekler kısa bir süre sonra ölüme mahkûm olmaya başladı. Köpeklerin açlıktan adeta “Kurtarın bizi” haykırışlarının geceleri İstanbul’dan bile duyulduğu söyleniyordu.
İçgüdüsel yaşamak için birbirlerini yiyen köpeklerin tamamı kısa bir süre sonra öldü. Bu köpeklerin ölümünün uğursuzluk getireceğine inanan bazı kişiler bir süre sonra çıkan Balkan Savaşı’nı bu olaya bağladılar.

ÖLDÜRMEK ÇÖZÜM DEĞİL
Bilmeyenler için araştırdım. Hayırsız Ada Marmara’nın ortasında yer alan çöle benzeyen bir kayaydı. İçecek bir damla bile su yoktu. Köpekler orada açlıktan ve susuzluktan öldüler ve bu arada bilinçlerini yitirdiklerinden birbirlerini yediler. Adaya hapsolmuş, yardım bekleyen insanlar gibi onlar da adanın yakınlarından bir kayık geçerken hepsi kıyıya geliyorlardı ve yürekleri parçalayan iniltilerini haykırıyorlardı. Nasıl insanlar bir gemi gördüklerinde ateş yakıp karşı tarafın dikkatlerini çekmeye çalışırsa bu zavallı hayvanlar da kayıkları ve insanları ne kadar uzakta olursa olsun gördüklerinde bütün saflıklarıyla onları yardıma çağırıyorlardı. Üstelik onlara bu eziyetin insanlar tarafından yapıldığını gayet açık anlamalarına rağmen…
Bu hayvanlar dün nasıl eziyet çektilerse maalesef bugün de iyi olmayan sicilimizdeki kareleri yaşıyorlar. Onları acımazsızca çöp kamyonlarında henüz ölmemişken vahşice yaralayıp, üstelik hiçbir suçları yokken eziyoruz. Yaşam haklarına göstermiş olduğumuz davranışlar hakkımız olmadan gayet ilkel ve gelişmemiş toplum örneğini gözler önüne sererek rahatlıkla gösterebiliyoruz. Peki, neden? Onlar evciller, ne pahasına olursa olsun üstelik biz insanları seviyorlar. İstedikleri sadece karşılıksız sevgi, önlerine koyacağımız bir kap su ve yemek. Tekmelenmek, hor görülmek, vahşice dövüştürülmek, tecavüz edilmek, değersiz bir malmış gibi satılmak, deneylerde kullanılmak, öldürülmek değil. Bu güzel canlılar bu yazdıklarımın hiç birini hak etmiyorlar.
Anlıyorum, belki sevmiyorsunuz, belki korkuyorsunuz, ancak itmek, kakmak, canlarını yakmak; insan toplumunun karşısındaki aciz kalmış canlılara gösterilecek, türümüze yakışacak davranışlar değil. Zaten olmamalı!
Gönüllü insanların yardımı, belediyenin açtığı ilkel barınaklar ve yardım konserleri ile bile hala bazı şeylere dur diyemedik, diyemiyoruz ve sanırım bu gidişle de diyemeyeceğiz. Eksiklerimizi, yanlışlarımızı düzeltmediğimiz sürece her konuda olduğu gibi maalesef bu kadar önemli bir konuda da ilerleme kat edebileceğimizi sanmıyorum. Sadece umut ediyorum…

TAKIM RUHU CİRİT OYUNU

Şalom 19.05.2010



Kâşifleri yeni bölgelere taşıyan, bizlerden on katı güce sahip olmalarına rağmen bizlere boyun eğen, tekerlekli sandalyedeki insanların iyileşmesine hippoterapi yöntemi ile olanak sağlayan bu iyi ruhlu hayvanlar bize aynı zamanda emsalsiz bir spor da sunarlar...

Sakinlikten ve asabi davranışlardan hoşlanmayan atlara binebilmenin yolu onlar gibi düşünmekten geçer. Günümüzde bindiğimiz, müsabakalarda seyrettiğimiz atlar ‘Eguus Coballus’ adındaki atın atasından evrimleşerek bugünkü halini almıştır. 50 milyon yıldan daha uzun bir süre önce tilki boyutunda olan bu at şimdiki görünümü ile bizi kendine âşık etmeyi başarmıştır.
Uzun zaman önce Erzurumluların ve Bayburtluların cirit oynaması medyada boy gösteriyordu. Bugün ise cirit oyunlarının televizyon kanallarında yayınlandığına çok nadir de olsa tanık oluyoruz.
Peki, ata sporumuz olan cirit nedir? Sizi biraz tarihte yolculuğa çıkmak istiyorum. En basit dille anlatmam gerekirse cirit; gerçek bir savaş oyunu olup akıncıların düşmana saldırışı ve geri çekilişini içeriyor. İnsan ve atın hız, beceri, taktik ve takım ruhu ile birleşmesi estetiği, heyecanı yaratıyor.
Cirit nasıl oynanır?
Cirit oyununda iki takım 70 ile 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde 6’şar, 8’er veya 12’şer kişi olarak dizilirler. Sağ ellerine atacakları ilk ciridi, diğer ellerine yedek ve yetecek miktarda cirit alırlar. İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne 30-40 m kadar yaklaşır. Karşı tarafın oyuncularından birisinin adını seslenerek meydana davet eder. Sağ elindeki ciridi ona doğru savurur, sonra geri döner, atını kendi takımına doğru mahmuzlar. Karşı tarafın davet edilen oyuncusu hızla onu takip eder, elindeki ciridi geri dönüp kaçan karşı takım oyuncusuna fırlatır. Bu kez ilk oyuncunun çıktığı takımdan diğer bir ciritçi onu karşılar. İkinci takımdan çıkan, takımındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar ve ciridini atar. Oyun böylece sürer. Cirit isabet ettiren ciritçi takımına bir sayı kazandırır. Eğer ciritçi attığı ciridi rakibine değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder. Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna yatar.
Tabi geleneğe göre ciritte ölüm olaylarının doğal karşılanması ve düşmanlık yaratmaması gerekiyor. Ciridin yol açtığı yaralanma ve ölümler üstünde de oldukça durulmuş. Hatta Evliya Çelebi de ciritte dört dişini kaybettiğini yazar. “Cirid meydanında hakire latife yüzünden bir cirid atup yüzüme isabet edüp dörd aded dişlerim boğazıma dıkup Defterzade efendimiz hayli müteellim olup dörd dişimin kısasına karşılık bir kise cerime ve bir küheylan esb-i fetah bile cerime verüp sulh olduk” Seyahatname,1999 II. Kitap,188
Ne atın, ne binicinin canı yanıyor...
Cirit oyununda tehlike yaratmaması için, eskiden hurma ve meşe ağacından 70–100 cm. uzunluğunda; 2,3 cm. kalınlığında yapılan ciritler, sonraları kavak ağacından yapılmaya başlandı. Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır, kabukları yontulur, isabet halinde delicilik özelliğini ortadan kaldırmak için bu şekilde tedbir alınır.
Cirit atı yetiştiriciliği Çat (Erzurum), Karlıova (Bingöl), Iğdır, Siverek (Urfa), Uşak, Erzincan, Manisa, Malatya’da yapılmaktadır.
Cirit atları cidago (bel yüksekliği) yüksekliği 150cm civarında büyük atlardır. Cirit atları Arap ırkıdır. Sonraları 1878 Rus Savaşı için Bağdat’tan Erzurum’a gelen Muavin kabilesinin Arap atları ile Anadolu atlarının karışımı olan Hınıs atları cirit için yetiştirilmiştir.

AVRUPA BİRLİĞİ Mİ O DA NE?

Şalom 26.05.2010




Büyükada’nın vazgeçilmez ulaşım aracı faytonlar çok uzun yıllardır sırtlarında insanları oradan oraya çekiyorlar

Büyükada’nın bir başkadır güzelliği. O eski havası kalmasa da hâlâ yaşanılası yerdir burası. Şehrin içindedir aslında denizde bir adacık olsa da. Saatlerinizi ayarlarsınız vapura binmek için. Eviniz varsa mutlaka aylar öncesinden planlar yapılmaya başlanır. Hele çocuksanız bir başkadır büyük adanın kokusu, sokakları…

YORGUN TOYNAKLAR İŞ BAŞINDA
Büyükada’nın vazgeçilmez ulaşım aracı ise faytonlar çok uzun yıllardır çekiyorlar sırtlarında insanları oradan oraya. Kâh turistler için, kâh hafta sonu gezenler için. Gözleri kapalı gidecekleri yolların izlerini biliyorlardır aslında. Kısa ve uzun turlar artık onlar için yemek su içmek gibi basit bir şey olmuştur.
Bu atlar nereden gelir, neden gelir, nasıl yaşarlar, ne kadar iyi bakılırlar, sonları nasıl olur bilinmez pek tabi. Bazı faytoncular atlarına daha iyi muamele ederlerken bazıları ne kadar yorulduklarını görmezden gelip işkenceye dönüştürür o turları bu zavallı hayvanlara. Yeteri kadar mücadele veremeyenler, zayıf düşenler ise bu hayat mücadelesine veda ederler. Belki de bu son en güzelidir onlar için. Çünkü dayanmaları gereken pek de bir sebep yoktur artık.
Çalışmak, çalıştırılmak bu hayatın bir parçasıdır ancak çalışmanın içindeki mantık işkenceye dönüşüyorsa her canlının hakları mutlaka olmalı.
Atlar dünyanın en güzel canlıları olmakla birlikte, o heybetli görüntülerinin yanında aslında o kadar narindirler ki… Dünyaya gözlerini açtıklarında şansları yaver gidebilir. Özel bir çiftlikte yaşayabilir, ya da herhangi bir atlı spor kulübünde sporcu olarak kariyer yapabilirler. Hipodromlar için yetiştirilenler ise ayrı bir hayat sürerler. Onlar için sabah 5.00 demek antrenman demektir. Yaşları henüz çok genç olmalarına karşın eyer ve kırbacın sert sesi ile tanışırlar. Belki de sinirli yapıları, agresif davranışları gencecik yaşta yarıştırılmalarından kaynaklanır. Engel atlayanlar, dressage yapanlar daha rahat bir hayat sürerler. Çünkü onlar sahipli atlar olmalarının yanında günde bir kez çalışırlar. Kulüp atları belki de bu atlardan daha şanssız olanlardandır. Çünkü her halükarda ne kadar iyi bir geçmişi olursa olsun mutlaka sonu kötü biter. Kulüp atı olmak demek bir yerden sonra bir atın ruhunun kaybolmasına, hayattan zevk almamasına sebep olur. Çünkü günde beş, altı belki de yedi biniş bile yaptırılabilir. Her binen farklı tarza sahip olduğundan at ağzındaki kantarmaya duyarsız kalır ve istenileni ya çok geç cevap verir ya da iyice halsiz düşer. Bu da onları daha da kötü sonuca sürükler. İş yapmayan, iyi niyetli olmayan hiçbir kulüp atının kulüpte yeri yoktur artık… Çingeneler ile başlayacak bir yaşam ve en ağır arabayı, faytonu çekecek atlara dönüşmeleri an meselesidir belki de…
Göründüğü gibi madalyonun iki yüzü var ve bu atlar için her türlü hayat çok zor. Binicilik mutlaka çok güzel bir spor ancak diğer tarafa da bakıldığında bu hayvanların çektikleri, vardıkları sonuçlar içler acısı.
Avrupa Birliği’ne girilecek girildi denen bu son yıllarda hayvanlara yapılan eziyetlere son verildiğini ben hâlâ göremiyorum. Sadece atlar değil maalesef. Maslak gibi bir yerde inekler başıboş çöplerin içinde ot ararken görünüyorlar. Hâlâ yaralı, hasta atlar saatlerce fayton çekiyorlar. Sokakta alabildiğine sokak hayvanı barınmak için yaşam mücadelesi veriyor. Otoyollarda, sahil yollarında ezilen hayvan sayısını sorsanız kimse söyleyemez.
Şimdi diyeceksiniz sizler bana bu memlekette insana değer veriliyor mu ki hayvanlara değer verilsin diye… Haklısınız diyemiyorum bunu söyleyenlere ne yazık ki! Çünkü her iki gruba da değer verilmeli. Değer verilmeli ki geri kalmışlıktan kurtulunmalı…